Hünerin Altın Kurdelesi

Orijinal Adı:

Bulunduğu Oyunlar:

Kitap Kategorisi:

Çevirmen:

Kitap Künyesi
Oyunlar : Morrowind, Oblivion, Skyrim
Çevirmen: Yalçın Özveren
Orijinal İsim: Gold Ribbon of Merit

Bu erken bahar sabahında, Templer ve Stryngpool’un açıklığa ulaştığı yerdeki ağaçların arasından süzülen sabah sisinin ardında solgun güneş ışığı titreşiyordu. İkisi de en sevdikleri orman bir yana, 4 sene boyunca Ulu Kaya’ya bile gitmemişlerdi. Ağaçlar çok az da olsa değişmişti. Stryngpool mumla sertleştirilmiş güzel, sarı bir bıyığa sahipti. Templer ise eski ağaçlıklarda macera arayan genç delikanlıya tamamen yabancı bir yaratıkmış gibi görünüyordu. Dışından olduğu gibi içinden de korkuyormuşçasına çok daha sessizdi.

Asma salkımları ve dalların olduğu yere doğru yönelirken ikisi de yay ve ok kılıflarını büyük bir özenle taşıyorlardı.

“Bu yol evine gidiyor, değil mi, eski dostum?” diye sordu Stryngpool.

Templer, fazla büyümüş bitkilere kısa bir bakış attı ve devam etmeden önce başıyla onayladı.

“Bence de öyle,” dedi Stryngpool ve güldü: “Hatırlıyorum çünkü ne zaman burnunu kanatsan, oradan aşağı doğru koşardın. Biliyorum seni incitemem ama söylemeliyim ki senin asker olduğuna inanmak oldukça zor.”

“Ailen nasıl?” diye sordu Templer.

“Aynı. Biraz daha şatafatlı, eğer bu mümkünse. Akademiden dönmemi istedikleri aşikar ama buralarda benim için pek bir şey yok. En azından mirasımı alıncaya kadar yok. Okçulukta Hünerin Altın Kurdelesi’ni aldığımı gördün mü?”

“Bunu nasıl kaçırabilirim ki?” dedi Templer.

“Oh evet, ailemin onu Büyük Salona koyduğunu az daha unutuyordum. Çok fiyakalı. Sanırım onu tablo vitrininden görebilirsin. Aptalca ama umarım köylüler etkilenir.”

Açıklık önlerinde belirdi. Burada sis azdı ve serin bir buharla çimleri örtüp üstünü kaplıyordu. Çuval bezinden hedefler, birbirlerinden birkaç metre mesafeyle yarim metre aralıklı dizilmişti.

“İdman yapıyormuşsun” dedi Templer dikkatle bakarken.

“Şey, biraz. Sadece birkaç gündür kasabadayım.” dedi Stryngpool gülümseyerek. “ailem senin bir hafta önce geldiğini söyledi?”

“Doğru. Birliğim birkaç mil öteye kamp kurdu, ben de eski yuvamı ziyaret edeyim diye düşündüm. Pek çok şey değişmiş, zar zor tanıyabildim.” Templer vadiden aşağıya doğru, miller boyunca uzanan, uçsuz bucaksız işlenmiş boş topraklara baktı. “Ekmek için güzel bir yere benziyor.”

“Benim ailem de sen gittiğinden beri dağıldı. Sanırım senin eski evini elimizde tutmaya dair bir tartışma vardı ama biraz duygusal gibiydi. Özellikle altında verimli topraklar varken.”

Stryngpool yayını dikkatlice gerdi. Yayı, güzel bir sanat eseriydi, en koyu renk abanoz ağacı ve gümüş ipliği filigranları kullanılmış, Wayrest’te el işçiliği ile yapılmıştı. Yayını geren Templer’a baktı ve acıma hissetti. Üzücüydü, malzemesinin rengi solmuş, kumaş parçalarıyla birbirine bağlanmıştı.

“Eğer sana yayı germeyi böyle öğrettilerse, ordundaki akademiden birkaç danışmana ihtiyacın var” dedi Stryngpool olabildiğince kibar olmaya çalışarak. “Gerilmemiş ilmeğin O içindeki X gibi gözükmesi gerekir. Seninki ise Y içindeki Z gibi gözüküyor.”

“Bana uyar,” dedi Templer. “Sana söylemem gerekir, bununla bütün öğlenimi geçiremem. Aksam birliğime dönmem gerekiyor.”

Stryngpool, eski arkadaşı tarafından kızdırıldığını hissetti. Eğer ailesinin topraklarını kaybettiğine kızıyorsa, niye söyleyememişti ki? Niye vadiye geri gelmişti? Templer’ın ilk okunu alıp hedefe odaklanmasını izledi ve öksürdü.

“Üzgünüm ama sana biraz bilgi vermeden seni birliğine geri gönderemem. Üç çeşit çekme şekli vardır, üç parmak; baş parmak ve işaret parmağı; baş parmak ve iki parmak. Ve benim sevdiğim baş parmakla çekiş var. Ama görüyorsun,” Stryngpool Templer’a yayının teline bağlanmış ufak deri ilmeği gösterdi. “Bunlardan birine ihtiyacın var yoksa baş parmağını parçalarsın.”

“Sanırım kendi aptal yöntemimi seviyorum.”

“Aptallaşma, Templer. Hünerin Altın Kurdelesi’ni bana boşuna vermediler. Kalkanın arkasından, ayakta, oturarak, çömelerek, dizimin üstünde çökerek ve at sırtında atış gösterisi yaptım. Bu pratik bilgileri hala tamamen unutmadığım arkadaşlığımızın hatırına veriyorum. Sevgili Kynareth, Senin böylesi dürüst bir kılavuzluk için yalvardığın, yağcı bücürlük zamanlarını hatırlıyorum.

Templer, bir süre Stryngpool’a baktı ve yayını indirdi. “Göster bakalım.” Stryngpool rahatladı, artan gerginliği üstünden attı. Oku, kaşı, bıyığı, göğsü ve kulak memesine doğru geri çekerek alıştırma yaptı.

“Üç atış biçimi vardır: tek devamlı harekette kapıp bırakma, Bosmerların yaptığı gibi; kısa bir çekişten sonra bir süre bekleyip bırakma Khajiitler gibi; ve kısmi bir çekiş, duraklama, son çekiş,” Stryngpool, oku hedefin ortasına doğru büyük bir hassasiyetle attı. “Ve benim tercihim; serbest bırakma”

“Çok iyi,” dedi Templer.

“Şimdi sen,” dedi Stryngpool. Templer’in kulp seçip, oku kirişe doğru biçimde yerleştirmesine ve hedef almasına yardım etti. Templer’ın yüzündeki tebessüm büyüdü. Stryngpool bütün öğleden beri ilk defa, savaş izleri bulunan bu yüzde böylesi bir çocuksu ifade görmüştü. Templer oku serbest bırakınca, hedefin üstünden gitti ve vadinin aşağısına doğru gözden kayboldu.

“Fena değil,” dedi Templer.

“Hayır, değil,” dedi Stryngpool, bir kez daha arkadaşmış gibi hissederek. “Alıştırma yaparsan, hedefine biraz daha odaklanabilirsin.”

İkisi ayrılmadan önce birkaç atış talimi daha yaptılar. Templer birliğinin doğudaki kampına doğru uzun yolculuğuna başladı ve Stryngpool da ormanın içinden vadiye, ailesinin malikanesinin olduğu yere doğru gitti. Geniş çimenliği geçip ön kapıya doğru yürürken akademide öğrendiği bir melodiyi mırıldanıyordu ve eski bir arkadaşına yardim ettiği için mutluydu. Büyük tablo vitrininin kırıldığı bütünüyle dikkatinden kaçmıştı.

Ama büyük salona girer girmez fark etti ve Templer’ın attığı okun Hünerin Altın Kurdelesi’ne saplanmış olduğunu gördü.