Ölümsüz Kanı

Orijinal Adı:

Immortal Blood

Bulunduğu Oyunlar:

ESO, Oblivion, Skyrim

Kitap Kategorisi:

Araştırma

Çevirmen:

Optln

Aylar ve yıldızlar gözükmüyor, o sessiz günü karanlığa boğuyordu. Şehir muhafızı devriye gezerken meşale taşımak zorundaydı; lakin şapelimi ziyaret eden adam ışığa pek de ihtiyaç duymuyordu. Movarth Piquine’in karanlıkta da neredeyse ışıkta olduğu kadar iyi görebildiğini öğrendim -ilgilendiklerinin aslında gece ile ilgili olduğunu düşününce, bu mükemmel bir yetenekti.

Yardımcılarımdan birisiyle onu çağırttım ve ilk bakışta tedaviye ihtiyaç duyduğunu düşündüm. Solgun ve yanar dönere doğru bir hali, sanki tarifsiz bir acıya maruz kalmadan önce gerçekten yakışıklı gözüken bir yüzü vardı. Gözlerinin altındaki karanlık halkalar, tükenmişliğini gösteriyordu fakat gözlerin kendileri tetikte, gergin ve neredeyse çıldırmış gibiydi.

Hasta olduğu konusunda ki kanımı çabucak ortadan kaldırdı ve aslında daha özel bir hastalık hakkında konuşmak istedi.

“Vampirizm,” dedi ve sorgulayıcı bakışımı görünce duraksadı. “Bunu anlayabilmem için birisi, sizin yardımınıza başvurmamı söyledi.”

“Bunu size kim söyledi?” diye sordum gülümseyerek.

“Gri Tissina.”

Kendisini hemen hatırladım. Cesur ve güzel bir şövalyeydi, vampirler konusunda hayal ile gerçekleri ayırt edebilmek için yardımıma ihtiyaç duymuştu. İki yıl geçmişti ve tavsiyelerimin ise yarayıp yaramadığını öğrenememiştim.

“Onunla mı konuştunuz? Hanımefendi nasıl ?” diye sordum.

“Öldü,” diyerek soğuk bir şekilde cevap verdi ve sonra şaşkınlığımı fark edince, belki de durumu hafifletmek için ekledi: “Tavsiyenizin çok kıymetli olduğunu söyledi, en azından bir vampir için. Onunla en son konuştuğumda, bir başkasını takip ediyordu. O, kadını öldürdü.”

“Demek ki verdiğim tavsiye yeterli değilmiş” diye iç çektim. “Neden sizin için yeterli olacağını düşünüyorsunuz ki?”

“Bir zamanlar bir öğretmendim, yıllar önce” dedi. “Bir üniversitede değil. Savaşçılar Locası’ndan eğitmen olarak. Fakat bir öğrencinin doğru soruları sormadığı sürece, öğretmenin onun başarısızlığından sorumlu olmadığını biliyorum. Size doğru soruları sormak niyetindeyim.”

Ve yaptığı da buydu. Saatler boyunca sorduğu sorulara verebildiğim kadar cevap verdim. Fakat kendi hakkında hiçbir bilgi vermeye yanaşmadı. Hiçbir şekilde gülümsemedi. O gergin gözleri ile beni dinledi ve her söylediğim kelimeyi hafızasına aldı.

En sonunda soru sorma sırası bana geldi. “Savaşçılar Locası’ndan bir eğitmen olduğunuzu söylediniz. Onlar için bir görevde misiniz?”

“Hayır,” dedi tersleyerek. Sonunda o ateşli gözlerinde yorgunluk hissedebilmiştim.

“Mümkünse buna yarın gece devam etmeyi isterim. Biraz uyumam ve bunları özümsemem gerekiyor.”

“Gündüzleri uyuyorsunuz,” diye gülümsedim.

Şaşırtıcı bir biçimde kendisi de gülümseyerek karşılık verdi, yalnız daha çok yüz ekşitmeye benzer şekilde. “Avlarınızı izlerken, onların alışkanlıklarına uyum sağlarsınız.”

Sonraki gün daha fazla soru ile döndü, bu seferkiler belirli bir konu hakkındaydı. Doğu Skyrim’in vampirleri ile ilgili konuşmak istedi. Ona en güçlü kabile olan, paranoyak ve zalim, kurbanının damarlarındaki kanı dondurabilen nefese sahip Volkihar’dan bahsettim. Gözden uzak, korkutucu göllerdeki buzların altında yaşadıklarını, beslenmek dışında insanların dünyasına hiç çıkmadıklarını anlattım. Movarth Piquine dikkatlice dinledi ve gecenin sonuna doğru, en sonunda ayrılmak için hazırlanana kadar sordukça sordu.

“Sizi önümüzde ki birkaç gün içerisinde görmeyeceğim,” dedi. “Fakat geri dönüp bilginizin ne kadar yararlı olduğunu anlatacağım.”

Sözünde durarak, adam dört gün sonra, gece yarısı şapelime döndü.

Yanağında taze bir yara vardı fakat o sert ama memnun bakışları ile gülümsüyordu.

“Tavsiyeniz bana çok yardımcı oldu” dedi.

“Fakat bilmelisiniz ki Volkihar’in bahsetmediğiniz bir yeteneği daha var. Göllerin üzerine, buzları hiç kırmadan çıkabiliyorlar. Hiçbir uyarı olmadan arkadan yakalanmak epey kötü bir sürprizdi.”

“Ne kadar olağanüstü,” dedim gülerek. “Ve korkunç… Kurtulduğunuz için şanslısınız”.

“Ben şansa inanmam. Bilgiye ve eğitime inanırım. Verdiğiniz bilgi bana yardım etti ve birebir dövüş konusundaki becerim, kan emicinin kaderini belirledi. Hiçbir zaman herhangi bir silaha güvenmedim. Çok fazla bilinmezlik var. En iyi kılıç ustası bile kusurlu kılıçlar yapabilir fakat siz kendi vücudunuzun neler yapabileceğini bilirsiniz. Eğer ilk darbeyi indirebilirsem, dengemi kaybetmeden bin vuruş bile yapabilirim.”

“İlk darbe demek?” diye mırıldandım.

“Yani hiçbir zaman şaşırtılmamalısınız.”

“Bu nedenle size geldim,” dedi Movarth. “Bu canavarların çeşitli lanetlerini, yaşayan herkesten daha fazla bilen kişisiniz. Şimdi bana Kuzey Yeşilyurt vampirlerinden bahsetmelisiniz.”

Bir kez daha dediğini yaptım, soruları benim bilgeliğimi zorladı. Anlatılması gereken çok fazla kabile vardı. Sadece mum ışığında görülmesi dışında Bosmer’lardan farkı olmayan Bonsamu. Sisin içerisinde parçalara ayrılabilen Keerilth. İnsanı bütün halinde yutabilen Yekef. Çocukları avlayıp sonrada ailede onların yerini alan, yıllar boyunca sabırla bekleyip, olağanüstü açlığıyla hepsini katleden korkunç Telboth. Bir kez daha, birkaç hafta içerisinde geri dönmeye söz vererek bana veda etti ve aynen dediği gibi gece yarısında döndü. Bu sefer Movarth’in yeni yaraları yoktu fakat yine farklı bilgiler getirmişti.

“Keerilth’lerin su altına itildiğinde buharlaşamadığı konusunda yanılıyormuşsunuz.” dedi sevecenlikle omzuma vurarak. “Neyse ki sise dönüştüklerinde çok uzaklara seyahat edemiyorlardı da yakalamayı başardım.” “Sizi korkunç bir şekilde şaşırtmıştır. Alan bilginiz etkileyici hale geliyor,” dedim. “Yıllar öncesinden sizin gibi bir yardımcım olmalıydı.”

“Şimdi bana anlatın,” dedi. “Cyrodiil’in vampirleri hakkında… ”

Söyleyebildiklerimi söyledim. Cyrodiil içerisinde tek bir kabile vardı, tüm rakiplerini aynı İmparatorluk Savaşçıları ‘nın yaptıkları gibi dışarı atan güçlü bir klan. Gerçek isimleri bilinmiyordu, tarih içerisinde kaybolmuştu fakat gizlilik konusunda ustaydılar. Eğer kendilerini iyi beslerlerse, yaşayan kişilerden ayırt edilemezlerdi. Diğer eyaletlerdeki vampirlerden daha kültürlü ve medeniydiler. Kurbanları uyurken ve farkında değilken, onlarla beslenmeyi tercih ediyorlardı.

“Onları şaşırtmak zor olacaktır”

Movarth kaşlarını çattı. “Fakat bir tanesini izleyip, öğrendiklerimi size aktaracağım. Ondan sonra bana Ulu Kaya, Balyozyurt, Elsweyr, Kara Bataklık, Morrowind, Yaztutan Adaları’ndaki vampirlerden bahsedeceksiniz, anlaştık mı?”

Başımı salladım, bu adamın sonsuz bir görevde olduğunu anladım. İşlerin nasıl yürüdüğünü, tüm çıplaklığı ile öğrenmeden tatmin olmayacaktı. Her şeyi bilmek zorundaydı.

Bir ay boyunca dönmedi ve döndüğü akşam, şapelimde yanan ışık olmadığı halde öfkesini ve umutsuzluğunu görebiliyordum.

“Başaramadım,” dedi, ben bir mum yakarken. “Haklıydınız. Bir tane bile bulamadım.”

Işığı yüzüme yaklaştırıp gülümsedim. Şaşırmıştı, hatta etimdeki solgunluğu, yaşlanmayan gözlerimdeki karanlık açlığı ve dişlerimi görünce afalladı. Ah, evet, sanırım dişler, şaşırmaması gereken adamı kesinlikle şaşırtmıştı.

“Yetmiş iki saattir beslenmiyorum,” diye açıkladım yüzümde bir gülümsemeyle üzerine doğru atılırken. Ne ilk darbeyi, ne de son darbeyi vurabildi.