Prenses Talara’nın Gizemi – Bölüm 1

Orijinal Adı:

Bulunduğu Oyunlar:

Kitap Kategorisi:

Çevirmen:

Kitap Künyesi
Oyunlar : Morrowind, Oblivion, Skyrim
Çevirmen: Mehmet Kardaş
Orijinal İsim: The Mystery of Princess Talara, Part I

Takriben, 3. Çağın 405. Yılıydı. Camlorn’daki yüzyıllık Breton Krallığının kuruluş yıl dönümü kutlamaları yapılıyordu. Tüm cadde ve sokaklar kimi boş kimi de üzerinde Kraliyet Ailesinin armasının taşıyan mor ve altın renkli bayraklarla bezenmişti. Büyük küçük her meydanda müzisyenler şarkılar çalıyor, her sokakta Kızılmuhafız yılan oynatıcılardan tutun da Khajiit akrobatlar, gerçek güçleri olan büyücüler halkı eğlendiriyordu.

Camlorn’un erkeklerinin asıl dikkatini çeken şey Güzellik Yürüyüşü’ydü. Binlerce genç, tahrik edici elbiseler giymiş kadınlara bakarak, Sethiete tapınağından saraya kadar uzanan geniş sokakta dans ederek ilerliyordu. Erkekler birbirlerini itip kakıyor, kalabalığın arasından boyunlarını uzatarak en çok beğendiklerini seçiyorlardı. Çoğunun fahişe olduğu birçok kişi tarafından biliniyordu. Yürüyüş ve Çiçek Festivali’nden sonra da daha kişisel işlerle meşgul olacaklardı.

Gyna uzun boyu ve biçimli vücudunu zar zor kapatan, giydiği ipek elbise ve de üzerindeki çiçeksi sekilerle en çok ilgi görenler arasındaydı. Yirmili yaşının sonlarında fahişelerin en genci olmasa da en çok arzulananlarından biriydi. Şehrin tantanası yüzünden oldukça yorgun olsa da davranışlarından böyle izlenmeye alışık olduğu belliydi. Evi saydığı Daggerfall’daki kirli semte nazaran kutlama yapmakta olan Camlorn ona gerçek değilmiş gibi geliyordu. Daha da garibi burada daha önce bulunmamış olmasına rağmen etrafın ona çok tanıdık gelmesiydi.

Kralın kızı Leydi Jyllia saray kapısından çıkıyordu ve birden şanssızlığını lanetledi. Güzellik Yürüyüşünü tamamen unutmuştu. Sokaklar arapsaçı gibiydi. Yürüyüşün geçmesini beklemek saatler sürecekti ve o şehrin güneyindeki eski dadısı Ramke’yi ziyaret edeceğine söz vermişti. Jyllia bir an durup aklında ana caddeye ve yürüyüşe denk gelmeden geçebileceği bir yol çizdi. Birkaç dakika ara sokakları kullanmakla çok zeki olduğunu düşündü ama kutlama için kurulmuş çadırları ve derme çatma yapıları görünce kendine yeni bir yol çizmek zorunda kaldı. Kısa sürede hayatinin beş yılını geçirdiği şehirde kaybolmuştu. Bir ara sokaktan gördüğü kadarıyla ana cadde hala Güzellik Yürüyüşü için kullanılıyordu. Tekrar kaybolmamak için Leydi Jyllia atını festivale doğru sürmek zorunda kaldı. Sokağın başındaki yılan oynatıcıyı görmemişti bile. Atı korkarak şaha kalktı. Geçitteki kadınlar olayın farkına varınca geri çekildiler ama Leydi Jyllia atını çabucak sakinleştirdi. Kadın bozduğu düzene şöyle bir baktı.

“Özür dilerim hanımlar,” dedi alay edercesine.

“Sorun değil, madam,” dedi ipekler içinde bir sarışın. “Biraz dan yolunuzdan çekiliriz.”

Jyllia, halk önünden geçerken izledi. Gözü aynaya bakmaktan farksız olan o fahişede kalmıştı. Aynı yaş, boy, saçlar, gözler, neredeyse aynı görünüyorlardı. Kadın da ona tekrar baktı. Görünüşe göre o da aynı şeyi düşünmüştü. Evet Gyna da aynı şeyi düşünmüştü. Daggerfall’a gelen yaşlı cadılar bazen ” doppelganger” lardan bahsederlerdi. Kurbanın kılığına bürünüp ölümü haber veren ruhlar. Yine de yaşadığı şey onu korkutmamıştı: yabancı olduğu şehrin başka bir garip tanıdık tarafı gibi görünmüştü. Yürüyüş, saray kapılarına ulaşmadan karşılaşmalarını unutmuştu bile. Kral onları selamlamak için balkona çıktığında fahişeler avluyu tıklım tıklım doldurmuştu. Bir yanında baş koruyucusu, kendine benzeyen bir savaş büyücüsü vardı. Kral ise öyle pek olağanüstü bir özelliği olmayan orta yaşlarında yakışıklı bir adam olmasına rağmen Gyna ona görür görmez hayran kalmıştı. Evet, onu aynen hayal ettiği gibi görebiliyordu. Aynen şimdi olduğu gibi ondan daha yüksekte, onu öpmek için eğiliyor. Alışık olduğu o şehvet dolu öpücükler gibi değil, daha şefkat dolu bir şey.

“Sevgili bayanlar, Camlorn’un sokaklarını güzelliğinizle doldurdunuz,” diye bağırdı Kral sürekli konuşan kalabalığı susturarak. Gururlu bir şekilde gülümsüyordu. Gözleri Gyna’nınkilerle buluşunca dondu kaldı. Majesteleri konuşmasına devam etmeden önce çok uzun süre öylece kaldılar.

Sonra, kadınlar akşam için elbiselerini değiştirmeye çadırlarına dönerken nispeten yaşlı fahişelerden biri Gyna’ya yaklaştı: “Kralın sana nasıl baktığını gördün mü? Eğer biraz akıllı olursan bu kutlama bitmeden yeni saray metresi sen olursun.”

“Daha önce de şehvetli bakışlar gördüm. Ama bu öyle değildi,” diye güldü Gyna. “İddiaya girerim başka birisi olduğumu düşündü, yani atı üzerimize süren o leydiden bahsediyorum. Büyük ihtimalle bir yakını. Benim de bir fahişe gibi giyinmiş ve Güzellik Yürüyüşüne katılmış olduğumu düşündü herhalde. Ne skandal olurdu ama?” Çadırlarına geldiklerinde iyi giyimli, kel ve tıknaz genç ve otoriter bir adam onları karşıladı. Kendini İmparatorun büyük elçisi ve kendilerinin patronu olan Lord Strale olarak tanıttı. Onları İmparatorun adına Kral ve Camlorn krallığına bir hediye olarak tutan kendisiydi.

“Güzellik Yürüyüşü bu gece yapılacak olan Çiçek Festivalinin sadece bir habercisi,” dedi. Kralın aksine duyulması için bağırması gerekmiyordu. Doğal haliyle sesi yüksek ve gayet netti. “Her birinizden iyi şeyler bekliyorum. Umarım sizi buraya getirmek için harcanan ciddi miktarları boşa çıkarmazsınız. Şimdi, acele edin, güneş batmadan giyinip Cavilstyr Kayası’nda da toplanmanız gerekiyor.”

Büyükelçinin endişe etmesine gerek yoktu. Kadınların hepsi elbise giyip çıkarmada diğer tecrübesiz kadınlar için sorun olabilecek bazı zaman harcayıcı sorunları aşabilecek kadar profesyoneldi. Uşaklarından Gnorbooth yardım teklif etmişti ama yapacak pek bir şey bulamadı. Kostümleri zaten oldukça basit bir şeydi: kafalarından bir açıklık olan yumuşak, dar çarşaflardı. Kemer bile gerekmiyordu. Bu yüzden vücutlarının yanları apaçık görünüyordu.

Güneş batmadan çok önce fahişeden dansçılara dönüşmüş olan kadınlar Cavilstyr Kayası’nın etrafında toplanmaya başlamıştı. Denizi gören çok güzel bir yerdi. Çiçek Festivali için halka şeklinde henüz yakılmamış meşaleler ve üstü kapalı sepetler de önceden ayarlanmıştı. Oldukça erken olmasına rağmen izleyiciler toplanmaya başlamıştı. Kadınlar da halkanın ortasında toplanıp güneşin batışını beklemeye başladılar.

Gyna kalabalığın büyüyüşünü izlerken Yürüyüşte gördüğü kadını tekrar beyaz saçlı bir kadınla el ele tutuşmuş gördüğünde hiç şaşırmadı. Yaşlı kadın denizde görünen adaları göstermekle meşguldü. Sarışın leydi ise sinirli görünüyor, ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Zorlu müşterilere alışkın olan Gyna ilk konuşan oldu.

“Sizi tekrar görmek güzel, madam. Adim Daggerfall’lı Gyna.”

“At yüzünden benim hakkımda kötü düşünmediğini görmek güzel,” diye güldü kadın biraz rahatlamış bir şekilde. “Ben Leydi Jyllia Raze, Kralın kızıyım.”

“Kral kızlarına hep prenses dendiğini sanırdım,” diye gülümsedi Gyna.

“Camlorn’da sadece tahtın varisi iseler öyle deniyor. Babamın yeni eşinden olan daha genç bir erkek kardeşim var,” diye cevapladı Jyllia. Birden başı döndü. Alelade bir fahişe ile gayet rahatça aile meselelerinden konuşuyordu. Bu delilikti. “Konuyla alakalı olarak sana bir şey sormalıyım. Hiç Prenses Talara’yı duymuş muydun?”

Gyna bir an düşündü: “İsim oldukça tanıdık geliyor. Tanıyor olmam mı gerekiyor?”

“Bilmiyorum. Tanıyabileceğini düşündüğüm bir isimdi sadece,” diye içini çekti Leydi Jyllia. “Daha önce Camlorn’a gelmiş miydin?”

“Eğer geldiysem bile, bu ben çok küçükken olmalı,” dedi Gyna ve birden güvenme sırasının onda olduğunu fark etti. Leydi Jyllia’nin dost canlısı tavırları hoşuna gitmişti. “Aslına bakarsanız, dokuz ya da on yaşımdan öncesini hatırlamıyorum. Belki de her kimseler ailemle küçük bir kızken buradaydım. Bilmiyorum ama sanırım öyleydi. Daha önce buraya geldiğimi hatırlamıyorum ama gördüğüm her şey; şehir, siz, Kral, hepsi… Sanki çok uzun zaman önce buradaymışım gibi geliyor.” Leydi Jyllia güçlükle soluyarak bir adım geri çekildi. Denize bakıp kendi kendine söylenen yaşlı kadını kolundan tuttu. Yaşlı kadın şaşkın bir şekilde Jyllia’ya baktı, sonra Gyna’yi fark etti. Eskimiş, yarı görmeyen gözleri birini tanımanın ışıltısı ile parladı ve şaşkın bir şekilde hırladı. Gyna’da yerinden sıçradı. Eğer Kral yarı hatırladığı bir rüyanın parçası ise bu kadın kesinlikle tanıdığı biriydi. Koruyucu ruh kadar net ve kesin.

“Özür dilerim,” diye araya girdi Leydi Jyllia. “Bu benim çocukluk dadım Ramke.”

“Bu o!” diye bağırdı yaşlı kadın çıldırmış bir şekilde. Kolları açık ileri doğru koşmaya çalıştı ama Jyllia onu tuttu. Gyna bir an garip bir şekilde kendini çıplak hissetti ve uzun elbisesine iyice sarıldı.

“Hayır, yanılıyorsun,” diye fısıldadı Ramke’ye Leydi Jyllia, kadını sıkıca tutarak. “Prenses Talara öldü, bunu biliyorsun. Seni buraya getirmemeliydim. Hadi, seni evine götüreyim.” Gözleri yaşlı bir şekilde sırtını Gyna’ya döndü. “Camlorn’un tüm saray ailesi yirmi yıl önce öldürülmüştü. Babam Oloine Dükü, Kralın kardeşi olduğu için tahtı devraldı. Seni meşgul ettiğim için özür dilerim. Hoş çakal.”

Gyna, Leydi Jyllia ve yaşlı dadının ardından onlar kalabalıkta kaybolana dek baktı ama üzerinde düşünecek vakti yoktu. Güneş batmak üzereydi ve Çiçek Festivalinin vakti gelmişti. Sadece peştamal ve maske giymiş on iki adam karanlıkta birden ortaya çıktı ve meşaleleri yaktı. Ateşler yanar yanmaz, Gyna ve dansçıların geri kalanları sepetlere gidip içlerinden avuç dolusu çiçekler çıkardılar.

İlk başta kadınlar ellerindeki çiçekleri etrafa saçarak birbirleri ile dans ettiler. Sonra müziğin sesine kalabalık da katıldı. Çılgınca ama insanın hoşuna giden bir karmaşaydı. Gyna bir vahşi orman perisi gibi bir oraya bir buraya sıçrıyordu. Sonra birden bire, kaba ellerin onu arkadan tutup ittiğini hissetti.

Daha ne olduğunu anlamadan dengesini kaybetti. Kendine geldiğinde, otuz metrelik bir uçurumun dibine tepe noktasından daha yakındı. Kollarını açıp uçurumun kenarına sıkıca tutunmuştu. Parmakları taşı tırmalıyor, derisi parçalanıyordu ama tutunacak bir yer bulmuş ona sıkıca sarılmıştı. Bir an orada öylece kaldı. Zorlukla nefes alıyordu. Sonra çığlık atmaya başladı.

Müzik ve festival ona o kadar uzaktaymış gibi geliyordu ki kimse onu duyamazdı – kendisini bile zor duyuyordu. Aşağıdan dalga sesleri geliyordu. Gözlerini kapadı ve bir görüntü belirdi. Önünde çok bilge bir Kral duruyordu. Tam bir şefkat abidesi, ona bakıp gülümsüyordu. Altın saçlı, yaramaz, onun en iyi arkadaşı ve kuzeni küçük bir kız da onun yanındaydı.

“Düşmenin sırrı kendini gevsek bırakmaktır. Ve eğer biraz şansın varsa bir şey olmaz,” dedi kız. Onun kim olduğunu hatırlayarak başını salladı. Sekiz yıllık karanlık birden kalktı.

Tutunduğu kayayı bıraktı ve kendini bir yaprak gibi aşağıdaki suya düşerken buldu.