Ateşte Dans – Bölüm 3

Orijinal Adı:

Bulunduğu Oyunlar:

Kitap Kategorisi:

Çevirmen:

Kitap Künyesi
Oyunlar : Morrowind, Oblivion, Skyrim
Çevirmen: Deniz Görmez
Orijinal İsim: A Dance in Fire, Chapter 3
Bölüm 1 | Bölüm 2 | Bölüm 3 | Bölüm 4 | Bölüm 5 | Bölüm 6 | Bölüm 7

Pascost Ana, alçak barının içinde kayboldu ve bir saniye sonra elinde, üzerinde Liodes Jurus’un tanıdık kargacık burgacık yazısı olan bir kağıt parçasıyla ortaya çıktı. Decumus Scotti, notu ağaç şehrin heybetli dalları arasından yolunu bulan bir ışık demetinin önünde tuttu ve okudu.

Sckotti,

Demek Falinnesti’ye, Yeşilyurta geldin!

Tedrikler! Eminim buraya gelirkende çok mecra yasamışsındır. Mahallesel, tahmin ediceğin gibi artik burada diilim. Neyirin aşasında Athie diye bir kasaba var ordayım ben. Bi sandal alıp gel! Burası ideyal! Umarım bi sürü kantrot getirmişindir çünkü bu insanların bi sürü bina yapılmaya ihtiyacı var. Anlarsın ya, bunlar savaşa yakınlardı ama parası kalmayıncaya kadar çok değil. Ha ha. Benle buluşabilceğin kadar çabuk burada buluş.

— Jurus

Böylece Scotti düşünmeye başladı, Jurus ayrılmıştı ve Athie denen bir yere gitmişti. Zavallı el yazısı ve korkunç imlasına bakarak, pekala Athy, Aphy, Othry, Imthri, Urtha veya Krakamaka da olabilir. Yapılabilecek tek mantıklı şey, bu maceraya bir son verip, eve, İmparatorluk Şehri’ne geri dönmekti, bunu Scotti de biliyordu. Kendini heyecanlı bir hayata adamış paralı bir asker değildi: en azından bir zamanlar, özel bir inşaat komisyonunda çalışan kıdemli bir katipti. Geride kalan birkaç hafta içinde, Cathay-Raht tarafından soyulmuş, kıkır kıkır gülen bir Bosmer grubu tarafından ormanın içinden geçen bir ölüm yürüyüşüne çıkarılmış, açlıktan ölme tehlikesi geçirmiş, mayalanmış domuz sütüyle kendinden geçmiş, dev keneler tarafından öldürülme tehlikesi geçirmiş ve okçular tarafından saldırıya uğramıştı. Kirli ve yorgundu üstelik dolandırılmıştı, on altını kalmıştı. Ve simdi de onu buralara kadar getiren teklifi yapan adam ortalıkta yoktu. Bu işten tamamen vazgeçmek hem en mantıklısı hem de en uygunuydu.

Lakin küçük ancak belirgin bir ses ona sunu sesleniyordu: Sen seçildin. Bu işi sonuna kadar götürmekten baksa çaren yok.

Scotti onu merakla izleyen iri yari kadına, Pascost Ana’ya döndü: “Merak ediyordum da acaba Elsweyr ile şu yakınlarda meydana gelen çatışmanın arasında kalan bir köy biliyor muydunuz? Adi Ath-ie gibi bir şey.”

“Athay demek istiyorsunuz sanırım,” dedi sırıtarak. “Ortanca oğlum, Viglil, orada bir mandıra isletiyor. Güzel yerdir, tam nehrin üzerinde. Arkadaşın oraya mi gitmiş?”

“Evet,” dedi Scotti. “Oraya en çabuk şekilde nasıl gidebilirim?”

Kısa bir konuşmadan, asansörler yoluyla Falinesti’nin köklerine yapılan daha kısa bir yolculuktan ve nehir kıyısına kadar hafif tempolu bir koşudan sonra Scotti salamura yapılmış sazana benzeyen yüzü olan bir iri yarı, sarışın bir Bosmer ile yolculuk için pazarlık yapıyordu. Kendini Kaptan Balfix olarak tanıtmıştı fakat sakin geçen yaşamıyla Scotti bile onun geçmişte kim olduğunu biliyordu. Kaçakçı olduğu kesin, kiralık bir korsan ve muhtemelen daha da kötüsü. Bir zamanlar bir yerlerden çalındığı kesin olan gemisi, şekli değiştirilmiş, tek direkli küçük bir İmparatorluk gemisiydi.

“Elli altın ve iki gün içinde Athay’da oluruz,” diye gürledi Kaptan Balfix.

“On, hayır, üzgünüm, dokuz altınım var,” diye cevapladı Scotti, açıklama gereği duyduğundan, ekledi, “On vardı ama birini asansörcü adama verdim buraya gelmek için.”

“Dokuz da olur,” dedi kaptan kabul ederek. “Doğruyu söylemek gerekirse, parayı ödesen de ödemesen de Athay’a gidecektim zaten. Gemide rahatına bak, birkaç dakika içinde ayrılıyoruz.”

Decumus Scotti nehir suyunun içinde derine oturmuş gemiye bindi, birbirinin üzerine dizilmiş tahta sandıklar ve çuvallar geminin ambarından taşıp güverteye saçılmıştı. Her biri en zararsız içerikleri gösteren damgalarla işaretlenmişti: bakir, hurda, domuz yağı, mürekkep, Ulu Kaya yemi (“Sığır için” diye işaretlenmiş), katran, balık peltesi. Gemide gerçekte ne gibi yasadışı malların taşındığına dair düşünceler Scotti’nin kafasında fırıl fırıl dönüyordu.

Yükünün kalanını gemiye yüklemek Kaptan Balfix’in birkaç dakikadan daha fazla zamanını aldı fakat bir saat içinde demir alınmıştı ve nehirde Athay’a doğru ilerliyorlardı. Soluk yeşil renkteki nehir nadiren, sadece meltemin parmakları dokunduğunda dalgalanıyordu. Nehrin kenarlarını dolduran birçok bitki, şakıyan ve birbirine kükreyen hayvanları gözlerden gizliyordu. Manzaranın yatıştırıcı etkisi yüzünden Scotti uykuya daldı.

Gece, uyandı ve Kaptan Balfix’in verdiği birkaç parça temiz elbiseyi ve yiyeceği memnuniyetle kabul etti.

“Eğer sormamda bir sakınca yoksa, neden Athay’a gidiyorsunuz?” diye sordu Bosmer.

“Eski bir is arkadaşıyla buluşacağım orada. İmparatorluk Şehri’nde Atrius İnşaat Komitesi’nde çalışıyordum, birkaç kontrat işi için beni buraya çağırdı,” Scotti aksam yemeği için paylaştıkları kurutulmuş sosislerden bir ısırık daha aldı. “Köprüler, yollar, Khajiti ile yapılan savaş esnasında hasar görmüş binalar her neyse artik onları tamir ve yeniden inşa etmeye çalışacağız.”

“Son iki yıl oldukça zor geçti,” deyip kafasıyla onayladı kaptan. “Yine de sanırım benim ve senin arkadasın gibiler için iyi oldu. Ticaret yolları kesildi. Şimdi de Yaztutan Adaları ile bir savaş çıkacakmış diyorlar, duydun mu?” Scotti kafasını salladı.

“Zamanında nehir boyunca skooma kaçakçılığı yaparak çok para kazandım, hatta devrimci tiplerin Mane’in öfkesinden kaçmasına yardım bile ettim ama şimdi savaşlar beni meşru bir tüccar yaptı, bir iş adamı. Savaşta ilk zayi olanlar hep yozlaşmış olanlardır.”

Bunu duyduğuna üzüldüğünü söyledi Scotti ve sessizliğe dalıp, yıldızların ve ayin durgun su üzerindeki yansımasını seyrettiler. Ertesi gün, Scotti uyandığında kaptanı yelkenine dolanmış bir şekilde, alkolden uyuşmuş, alçak bir sesle, kelimeleri ağzında yuvarlayarak şarkı söyler halde buldu. Scotti’nin kalktığını görünce, jagga sürahisini ona uzattı.

“Batı kavşağındaki bir ziyafette dersimi aldım ben.”

Kaptan güldü ve sonra gözyaşlarına boğuldu, “Meşru falan olmak istemiyorum. Tanıdığım diğer korsanlar hala tecavüz ediyor, çalıyor, kaçakçılık yapıyor ve senin gibi nazik insanları köle olarak satıyorlar. Sana yemin ederim, gemiyle ilk kez yasal bir mal taşıdığım zaman hayatımın bu hale geleceğini bilmiyordum. Biliyorum tekrar o günlere geri dönebilirim ama Baan Dar bilmiyor, o benim gördüklerimi görmedi. Ben mahvolmuş bir adamım. ”

Scotti teselli sözleri mırıldanarak ağlayan Bosmer’in yelkenden kurtulmasına yardım etti. Sonra ekledi, “Konuyu değiştirdiğim için bağışla ama neredeyiz biz?”

“Oh,” diye inledi Kaptan Balfix kederle. “Zamanlamamız çok iyi. Athay tam şu ilerideki kıvrımın ardında.”

“O zaman Athay yanıyor,” dedi Scotti, orayı işaret ederek.

Zift gibi siyah bir duman bulutu ağaçların üzerinden yükseliyordu. Kıvrımı döndüklerinde, ilk önce alevleri gördüler sonra da köyün kapkara bir iskelete benzeyen kalıntılarını. Ölen, yanan köylüler kayalardan nehre atlıyordu. Bir feryat kakofonisi kulaklarıyla bulutsu ve kasabanın kenarları boyunca seyrederlerken, meşaleler taşıyan Khajiiti askerlerinin figürlerini görebiliyorlardı.

“Baan Dar beni kutsasın!” dedi kaptan ağzında yuvarlayarak kelimeleri. “Savaş tekrar başlamış!”

“Oh, hayır,” diye sızlandı Scotti.

Gemi akıntıyla karşı kıyıya, yanan kasabanın zıt yönüne sürüklendi. Scotti dikkatini o tarafa ve sunduğu sığınağa verdi. Dehşetten uzak bir liman. Ağaçların ikisinin yaprakları titriyordu ve bir düzine kıvrak Khajiiti ellerinde yaylarıyla yere indiler aniden.

“Bizi gördüler,” dedi Scotti korkuyla. “Ve yayları var!”

“Tabii ki yayları var,” dedi öfkeyle Kaptan Balfix. “Biz Bosmerler birçok şey icat ettik ama onları sır olarak saklamayı düşünmedik, seni uğursuz bürokrat.”

“Simdi oklarını tutuşturuyorlar!”

“Evet, ara sıra bunu yaparlar.”

“Kaptan, bize ateş ediyorlar! Alevli oklarla bize ateş ediyorlar!”

“Ah, bize ateş ediyorlar,” diye onayladı kaptan. “Burada amaç vurulmamak.” Fakat vuruldular ve bundan hemen sonra, daha da kötüsü ikinci ok yağmuru zift fıçılarına isabet etti ve kocaman mavi alevler saçan bir yangın çıkardı. Scotti Kaptan Balfix’i kavradı ve gemi bütün kargosuyla beraber paramparça olmadan önce beraber suya atladılar. Soğuk suyun etkisi Bosmer’i geçici olarak ayılttı. Scotti’ye seslendi ama o zaten yapabildiği kadar hızlı bir şekilde dönemece doğru yüzüyordu.

“Efendi Decumus, nereye gidiyorsunuz?”

“Fallinesti’ye geri dönüyorum!” diye bağırdı Scotti.

“Günlerinizi alır, hem siz oraya varana kadar herkes Athay’a yapılan saldırıyı duyacaktır! Tanımadıkları hiç kimseyi içeri almazlar! Akıntı yönünde en yakin köy Grenos diye bir yer, belki oraya sığınabiliriz!”

Scotti geri dönüp kaptana doğru yüzdü ve birlikte nehrin ortasından yüzerek köyün kalıntılarını geride bıraktılar. Yüzmeyi öğrendiği için Mara’ya şükretti. İmparatoluk Vilayeti’nin büyük kısmının denize kıyısı olmadığı için birçok Cyrodiilli yüzme bilmez. Mir Corrup ya da Artemon’da büyüseydi mahvolmuştu fakat İmparatorluk Şehri suyla çevrili olduğu için oradaki her oğlan ve kız, kayık olmadan karsıya nasıl geçeceğini bilir. Büyüyünce maceracı değil de katip olanlar bile.

Kaptan Balfix’in ayıklığı suyun ısısına alıştıkça kayboldu. Kisin bile Xylo Nehri oldukça ılıktir hatta bir yerden sonra oldukça da rahat. Bosmer’in kulaçları dengesizdi, Scotti’ye doğru sürükleniyor sonra da ondan uzaklaşıyordu, öne çıkıyor sonra da arkada kalıyordu.

Scotti sağındaki kıyıya baktı: alevler ağaçları çıra gibi yakıp kül ediyordu. Arkalarında zar zor araya mesafe koyabildikleri bir cehennem vardı. Sol taraflarındaki kıyıda her şey normal görünüyordu, ta ki kıyıdaki sazlarda ilk önce bir hareketlilik sonra da bu hareketliliğe neden olan şeyi görene kadar. Kestane rengi tüyleri olan, çeneleri ve dişleri en vahşi kabuslara eş, yeşil gözlü canavarlar. Ve bu iki yüzücüyü izliyorlar, onların hızına ayak uyduruyorlardı. “Kaptan Balfix, bu kıyıya da diğerine de gidemeyiz, ya canlı canlı yanacağız ya da bizi yiyecekler,” diye fısıldadı Scotti. “Kulaçlarınızı eşit tutmaya çalısın. Normalde yaptığınız gibi nefes alin. Eğer yorulduysanız bana söyleyin, sırt üstü yüzeriz bir süre.”

Sarhoş birine mantıklı bir tavsiye vermeyi denemiş herhangi biri durumun umutsuzluğunu anlayabilir. Bosmer korsanlık günlerinden kalma eski şarkılar söylerken Scotti, yavaşlayıp hızlanarak, sağa ve sola giderek kaptana ayak uydurdu. Yol arkadaşını izlemediği zamanlarda, kıyıdaki kedileri izliyordu. Bir kulaç sonra, sağına döndü. Bir köy daha yanıyordu. Kuşkusuz Grenos idi. Scotti alev alev yanan öfkeye baktı boş gözlerle, yıkımın yarattığı manzara karsısında korkudan dehşete düşmüş bir halde ve kaptanın şarkı söylemeyi kestiğini fark edemeden.

Arkasını döndüğünde, Kaptan Balfix gitmişti.

Scotti bulanık nehir dibine tekrar tekrar daldı. Yapacak bir şey yoktu. Son dalışından sonra yüzeye çıktığında dev kedilerin gittiklerini gördü, belki de onun da boğulduğunu düşünmüşlerdi. Yüzmeye yalnız devam etti. Bir nehir kolunun alevlerin daha da öteye yayılmasını önlediğini fark etti. Ama başka kasaba yoktu. Birkaç saat sonra kıyıya çıkmayı düşünmeye başladı. Sorun hangi kıyıya çıkacağıydı.

Karar vermedi. Tam önünde üzerinde ateş yanan kayalık bir ada vardı. Bir Bosmeri ya da Khajiiti partisine izinsiz girip girmediğini bilmiyordu, tek bildiği daha fazla yüzemeyeceğiydi. Yorulmuş, ağrıyan kollarla kendini karaya çekti.

Daha onlar söylemeden Bosmer mülteciler olduklarını anladı. Ateşin üzerinde kızarttıkları, daha önce kendisini ormanın içinde, karsı kıyıdan izleyen dev kedilerden birinin kalıntılarıydı.

“Senche-Kaplani,” dedi genç savaşçılardan biri aç bir kurt gibi. “Hayvan değil–herhangi bir Cathay-Raht ya da Ohmes ya da başak herhangi bir Khajiiti kadar akıllıdır. Boğulması yazık olmuş. Memnuniyetle öldürürdüm bunu. Etini seversin yine de. Mis gibi, bu aptalların yediği bütün şeylerden daha lezzetli.”

Scotti insan ya da Bosmer kadar zeki bir yaratığı yiyebileceğini bilmiyordu, geçen birkaç gün içinde bunu defalarca yaptığından kendini de şaşırttı. Besleyici, sulu ve tatlıydı, şekerlenmiş domuz eti gibiydi ama baharat yoktu. Yerken kalabalığı inceledi. Birçoğu üzgündü, bazıları hala kaybettikleri aile fertleri için gözyaşı döküyordu. Hem Grenos hem da Athay’dan kaçabilenlerdi bunlar ve savaş herkesin ağzındaydı. Neden Khajiiti yeniden saldırmıştı? Neden -Cyrodiilli olduğundan özellikle Scotti’ye dönerek- neden İmparator hakimiyetindeki yerlerde barışı sağlamıyordu?

“Başka bir Toprakkalpli ile buluşacaktım,” dedi Athay’dan olduğu anlaşılan genç bir Bosmer kıza. “Adi Liodes Jurus’tu. Ona ne olduğunu bilmiyorsunuzdur herhalde.”

“Arkadaşınızı tanımıyorum ama saldırı başladığında Athay’da birçok Cyrodiilli vardı,” dedi kız. “Bazıları, sanırım, çok çabuk bir şekilde ayrıldılar. Vindisi’ye, içeriye doğru, ormana gidiyorlardı. Yarın ben de oraya gidiyorum, birçoğumuz da öyle. Eğer isterseniz siz de bizimle gelebilirsiniz.”

Decumus Scotti kederle başını salladı. Adanın taşlı zemininde olabileceği kadar rahat bir yer hazırladı kendine ve bir şekilde, yoğun bir çabanın ardından uykuya daldı. Fakat rahat uyuyamadı.