Ateşte Dans – Bölüm 5

Orijinal Adı:

Bulunduğu Oyunlar:

Kitap Kategorisi:

Çevirmen:

Kitap Künyesi
Oyunlar : Morrowind, Oblivion, Skyrim
Çevirmen: Deniz Görmez
Orijinal İsim: A Dance in Fire, Chapter 5
Bölüm 1 | Bölüm 2 | Bölüm 3 | Bölüm 4 | Bölüm 5 | Bölüm 6 | Bölüm 7

“Sabun! Orman sevgiyi yiyecek! Tam karşıda! Aptal mı aptal bir inek!”

Ses öyle aniden gümledi ki Decumus Scotti sıçradı. Az önce sadece böceklerin ve hayvanların bağırtılarıyla, ıslık çalan rüzgarın sesinin geldigi orman açıklığına dikti gözünü. Ayırt edilemeyen bir cinsiyete ait, kaçıkça, garip, kelimelerin arasındaki geçisleri ürkekçe olan ama kesinlikle bir insan sesiydi bu. Ya da en azından, bir elf. Cyrodiil dilini çok az kavrayabilmiş, medeniyetten soyutlanmış bir Bosmer belki de. Valenwood Ormanı’nın yoğun örtüsü içinde sayısız saatler süren zorlu yürüyüşten sonra, biraz tanıdık gelen bir ses mucizevi geliyordu.

 

“Merhaba?” diye bağırdı.

 

“Böceklerin adı ne? Kesinlikle dün evet!” diye cevap verdi ses. “Kim, ne ve ne zaman ve fareler!”

 

“Korkarım anlamıyorum.” dedi Scotti sesin geldiği, böğürtlenler tarafından her yanı sarılmış, bir araba kadar geniş ağaca dönerek. “Fakat benden korkmana gerek yok. Adım Decumus Scotti. İmparatorluk Şehri’nden gelen bir Cyrodiilliyim. Buraya savaştan sonra Yeşilyurt’u tekrar inşa etmek için geldim; ama kayboldum şimdi.”

 

“Mücevherler ve ızgara köleler… Savaş.” diye mırıldandı ses ve hıçkırıklara boğuldu.

 

“Savaştan haberin var mı? Tam olarak bilmiyorum, su anda sınırdan ne kadar uzakta olduğumu bile bilmiyorum.” Scotti ağaca doğru yavaşça yürümeye başladı. Reglius’un sırt çantasını yere bırakıp, boş ellerini kaldırdı. “Silahsızım. Yalnızca en yakın kasabaya giden yolu öğrenmek istiyorum. Arkadaşım, Liodes Jurus ile buluşmak için Silvenar’a gitmem lazım.”

 

“Silvenar!” deyip güldü ses. Scotti ağacın çevresini dolaşırken daha da yüksek sesle güldü. “Kurtlar ve şarap! Silvenar kurtlar ve sarap için şarkı söyler!”

 

Ağacın çevresinde hiçbir şey yoktu. “Seni göremiyorum. Neden saklanıyorsun?”

 

Bitkinlik ve açlıktan doğan düş kırıklıgı ile ağacın gövdesine vurdu. Yukarıda, kuytulukta bir yerdeki bir oyuktan sarı ve kırmızı renkli, ani bir parıltı çıktı ve Scotti ancak yirmi santim boyunda, altı tane kanatlı yaratık tarafından sarılmıstı. Ağızları sürekli açık olan hayvanların parlak, kıpkırmızı gözleri iki yanlarındaki tünel benzeri çıkıntıların üzerindeydi. Ayakları yoktu ve ince, hızla çırptıkları, sivri uçlu kanatları yağlı, şiskin göbeklerini taşımak için yetersiz görünüyordu. Ancak havada ateşten saçılan kıvılcımlar gibi oradan oraya fırlıyorlardı. Zavallı katibin etrafında dönerlerken, Scotti’ye anlamsız gelen bir şeyler söylüyorlardı birbirlerine.

 

“Şarap ve kurtlar, ne kadar uzaktayım sınırdan! Akademik süsler ve eyvah, Liodes Jurus!”

 

“Merhaba, korkarım silahsızım. Dumanlı alevler ve en yakın kasaba sevgili Oblivion.”

 

“Sismiş kokuşmuş et, çivit rengi bir ışık ama benden korkmana gerek yok!”

 

“Neden saklanıyorsun? Neden saklanıyorsun? Dostum olmadan önce, sev beni, Lady Zuleika!”

 

Taklitlere öfkelenen Scotti, kollarını sallayıp onları ağacın tepesine gönderdi. Açıklığa geri döndü ve birkaç saat önce yaptığı gibi, çantayı tekrar açtı. Sürpriz olmayan bir şekilde, yararlı herhangi bir şey ya da yiyecek hiçbir şey yoktu hala hiçbir köşesinde ya da gözünde. Dolgun bir miktar altın (ormanda mali açıdan rahat olmanın ironisine vahşice gülümsedi, tıpkı daha önce yaptığı gibi) Lord Vanech’in inşaat komitesine ait bir boş yığın kontrat, bir miktar ince ip ve kötü havalar için üzeri yağlanmış deri bir palto. En azından yağmur yağmıyor diye düşündü Scotti.

 

Gürleyen yıldırımın homurtusu Scotti’nin aklına birkaç haftadır şüphelendiği bir şeyi getirdi. Lanetlenmişti.

 

Bir saat içerisinde, paltoyu giymiş çamurun içinde ilerlemek için çabalıyordu. Daha önce güneş ışığına geçit vermeyen ağaçlar şimdi gürüldeyen fırtınaya ve rüzgara karşı koruma sağlamıyordu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur sesinde başka duyulan tek şey tepesinde uçan yaratıkların alay eden seslenişleriydi. Onlara bağırdı, taş attı ama onlar Scotti’nin arkadaşlığı karşısında büyülenmiş gibiydiler.

 

Kendisine işkence eden bu yaratıklara fırlatmak üzere okkalı görünen bir taşı almak için eğildiginde, Scotti ayağının altında bir şeyin yükseldiğini hissetti. Islak fakat katı zemin birden gevşeyip onu da beraberinde götüren, yuvarlanan bir dalgaya dönüştü. Çamur seli dinip de Scotti 25 ayak aşağıdaki nehre doğru yuvarlanmaya devam edene kadar, onu bir yaprak gibi hafifmişçesine beraberine tepetaklak bir şekilde yuvarladı.

 

Fırtına geldiği gibi oldukça çabuk bir şekilde gitti. Güneş kara bulutları eritip kıyıya doğru yüzen Scotti’yi ısıttı. Kıyıda Khajiit saldırısının bir başka işareti karşıladı onu. Bir zamanlar küçük bir balıkçı köyü varmış orada, çok yakın bir zamanda kül olmuş ki taze bir ceset gibi hala içten içe sıcaktı. Balık kokularıyla dolup taşan evler şimdi birer toprak yığınıydı, içlerindeki her şey küle dönmüştü. Sallar ve kayıklar kırık dökük, delikler açılmıs ve yarısı su altında yatar şekilde duruyorlardı. Bütün köylüler gitmişti; ya ölmüşlerdi ya da mülteci olmuşlardı. Ya da o öyle sandı. Bir şey yıkıntılardan birinin duvarına çarptı. Scotti bakmak için o tarafa koştu.

 

“Adım Decumus Scotti?” diye öttü kanatlı yaratıklardan biri.

 

“Ben İmparatorluk Şehri’nden gelen bir Cyrodiilliyim. Buraya savaştan sonra Yeşilyurt’un yeniden inşasına yardım etmek için geldim; ama şimdi kayboldum.”

 

“Seni göremiyorum. Neden saklanıyorsun?”

 

Onlar gevezelik yaparken, Scotti köyün geri kalanını araştırmaya koyuldu. Kediler arkalarında bir şeyler bırakmış olmalıydı, bir parça sosis, bir lokma kurutulmuş balık, ne olursa. Ama yok etme işinde kusursuzlardı. Hiçbir yerde yiyecek hiçbir şey yoktu. Scotti yıkılmış bir taş kulübenin kalıntıları arasında işe yarayabilecek bir şey buldu. Bir yay ve iki kemik ok. Kiriş gitmişti, muhtemelen yangın esnasında yanmıştı; fakat Reglius’un çantasından bir ip çıkarıp tekrar gerdi.

 

O ugraşırken yaratıklar tepesinde uçup rahatsız ettiler onu:

 

“Mukaddes Liodes Jurus’un manastırı mı?”

 

 

 

“Savaşı duydun mu? Kurtlar ve şarap, altın ev sahibinin etrafını sar!”

 

Scotti ipi germeyi bitirince, kirişe bir ok yerleştirdi ve kirişi göğsüne dogru çekerek firlatti. Daha önce okçularla bazi tecrübeleri oldugundan, kanatli yaratiklar hemen tozu dumana katip ortadan kayboldu. Scotti’nin ilk oku üç adim ötesinde önüne düstü. Küfredip oku yerden aldı. Daha önce acemi okçularla da bazı tecrübeleri olan taklitçiler, çok geçmeden geri dönüp etrafında uçarak Scotti ile alay etmeye devam ettiler.

 

İkinci atışında Scotti teknik olarak çok daha iyi bir iş çıkardı. Fallinesti’de ölü böceğin altından çıktığında okçuların kendisine nişan alırken nasıl durduklarını hatırladı. Sol elini, sağ elini ve sağ dirseğini düz bir çizgiye getirdi ve eli çenesine geldi ve böylece yaratığı sanki parmağıyla işaret ediyormuş gibi önünde görebiliyordu. Ok yaratığı sadece iki ayak farkla ıskaladı fakat ok yoluna devam edip bir kaya duvara çarptı ve parçalandı.

 

Scotti nehrin kenarına yürüdü. Sadece bir oku kalmıştı, belki yavaş yüzen bir balık bulup oku ona atmak daha iyi olur diye düşündü. Kaçırırsa da okun kırılma şansı daha az olurdu ve okunu her zaman sudan alabilirdi. Bıyıklı bir balık oldukça uyuşuk bir edayla geçerken, ona nişan aldı.

 

“Benim adım Decumus Scotti!” diye bağırıp balığın kaçmasına neden oldu yaratıklardan biri. “Aptal ve aptal bir inek! Alevler içinde dans eder misin?”

 

Scotti döndü ve daha önce yaptığı gibi nişan aldı. Yalnız bu sefer ayağını okçular gibi atmayı da hatırladı, 17 santim birbirinden ayrı, dizler gergin, sol ayak sağ omzun açısını karşılamak için hafifçe öne. Son ok da yaydan çıktı.

 

Yıkıntılardan birinin taşları arasında yaratığı kızartırken oku şiş olarak kullandı, bayağı da işine yaradı. Yaratık vurulduğunda diğerleri hemen toz olmuştu, Scotti akşam yemeğini huzur içinde yedi.

 

Nehrin kıvrımını dönen bir sandal görüş alanına girdiğinde kemiklerin üzerindeki son et parçalarını dişliyordu. Dümende Orman Elfi denizciler vardı. Scotti nehrin kenarına koşup kollarını salladı. Başlarını çevirip yollarına devam ettiler.

 

“Sizi uğursuz, duygusuz, adiler!” diye bağırdı Scotti. “Üçkağıtçılar! Serseriler! Hainler!”

 

Gri bıyıklı bir sekil bir bölmeden çıktı ve Scotti onu derhal tanıdı, Gryf Mallon’du bu, Cyrodiil’den yola çıkan arabada tanıştığı şair çevirmen.

 

Scotti’nin olduğu yöne baktı ve gözleri sevinçle parladı, “Decumus Scotti! Tam da görmeyi umduğum adam! Mnoriad Pley Bar’daki karışık bir dörtlük hakkındaki düşüncelerini almak istiyorum! ‘Ağlayarak geldim dünyaya, harikalar araya araya,’ diye başlıyor, belki bilirsin, ha?”

 

“Seninle Mnoriad Pley Bar’i tartışmayı çok isterim Gryf!” diye cevap verdi Scotti. “Ama önce kayığa çıkmama müsaade edecek misin?”

 

Herhangi bir limana giden bir salda oldugu için memnun olan Scotti sözünde durdu. Sal, kararmış Orman Elfi köylerinin kalıntılarını geride bırakarak nehirdeki yoluna devam ederken, bir saat boyunca ne bir soru sordu ne de geride kalan birkaç hafta içinde başından geçenlerden bahsetti; yalnızca Mallon’un “Aldmeri Esoterica” hakkındaki teorilerini dinledi. Çevirmen, omuz silkmelerini ve kafa sallamalarını medeni bir konuşma kabul edip misafirinin bilgeliğine pek dikkat etmiyordu. Hatta çeşitli tezlerini yorumlarken dalgınlıkla Scotti ile paylastığı biraz şarapla, balık peltesi bile çıkardı ortaya.

 

Sonunda, Mallon notları arasında önemsiz bir noktaya ait bir referansa bakarken, Scotti sordu, “Konumuzun biraz dışında ama, nereye gidiyoruz acaba?”

 

“Vilayetin tam kalbine, Silvenar’a.” dedi Mallon, okuduğu yazıdan kafasını kaldırmadan. “Aslına bakarsan biraz can sıkıcı, çünkü ben ilk önce Woodheart’a gitmek istiyordum, Bosmer’in biri elinde Dirith Yalmillhiad’in özgün bir kopyasının olduğunu iddia ediyor. Fakat şimdilik beklemeli. Yaztutan Adası şehri kuşatmış ve şehir teslim olana kadar içerideki herkesi açlığa mahkum etmiş. Orman Elfi birbirini yemekten son derece memnun olduğu için sıkıcı bir bekleyiş, sonunda geride bayrağı sallamak için sadece şişman bir Orman Elfi’nin kalması ihtimali var.”

 

“Gerçekten can sıkıcı.” diyerek onayladı Scotti. “Doğuda Khajiit önüne çıkan her şeyi yakıp yıkıyor ve batıda Yüce Elfler savaşıyor. Kuzey sınırlarının açık olduğunu sanmam.”

 

“Kuzey sınırı daha da berbat.” dedi Mallon, hala bütün dikkatini elindeki metne vermiş bir halde parmagını sayfanın üzerinde gezdirirken. “Cyrodiilliler ve Kızılmuhafızlar kendi topraklarına akın eden Orman Elfi mültecileri istemiyorlar. Çok mantıklı. Artık evsiz ve aç olduklarına göre suç işlemeye ne kadar meyilli olacaklarını bir düşünsene.”

 

“Öyle.” diye mırıldandı Scotti, bir ürperti hissederek. “Yeşilyurt’ta tıkılıp kaldık.”

 

“Pek değil. Sahsen ben, yayımcım yeni çeviri kitabım için kesin bir teslim tarihi belirlediğinden, oldukça yakın bir zamanda ayrılmak zorundayım. Bundan anladığım, basitçe Silvenar’dan özel sınır geçisi için talepte bulunmak gerektiği, böylece ceza almadan Cyrodiil’e geçilebilir.”

 

“Silvenar’da mı yoksa Silvenar’dan mı?”

 

“Silvenar’da Silvenar’dan. Bu yörede sıradan olan garip bir terminoloji, bir çevirmen olarak işimi çok daha zorlaştıran şeylerden biri daha. Silvenar hakkında akılda tutulması gereken sey–” aradığı parçayı bulan Mallon gülümsedi, “İşte! ‘Bir dansa tutuştu dünya, anlaşılmaz, iki hafta.’ yine aynı benzetme.”

 

“Silvenar hakkında ne diyordun?” diye sordu Scotti. “Akılda tutulması gereken şey?”

 

“Ne söylediğimi hatırlamıyorum.” diye cevapladı Mallon, açıklamalarına geri dönerek.

 

Bir hafta içinde küçük sal Xylo nehrinin sığ ve köpüklü, nispeten daha sakin sularına girdi ve Decumus Scotti ilk kez Silvenar şehrini gördü. Eger Fallinesti bir ağaç idiyse Silvenar bir çiçekti. Yeşil, kırmızı, mavi ve beyazın kristal tortular ile parlayan solgun siluetlerinin oluşturduğu muhteşem bir renk yığını. Aldmeri vezinlerinden bahsetmediği zamanlarda Mallon, Silvenar’ın bir zamanlar orman içinde çiçek açan bir açıklık olduğundan; fakat bir çeşit büyü ya da doğal sebepler ile ağacın özünün saydam bir likör halinde akmaya basladığından yarım yamalak bahsetmişti. Ağacın özünün akması ve renkli ağaçların üzerinde sertleşmesiyle şehir ağı meydana gelmişti. Mallon’un tasvirleri ilgi çekiciydi ancak Scotti’yi şehrin güzelliğine hiç de hazırlamış sayılmazdı.

 

“Buradaki en iyi, en lüks taverna hangisidir?” diye sordu Bosmer kayıkçılardan birine Scotti.

 

“Prithala,” diye cevapladı Mallon. “Fakat neden benle kalmıyorsun? Bir tanıdığımı ziyaret ediyorum, bir alim, bence hayran kalacaksın. Kulübesi çok büyük değildir ama bir Merethic Aldmeri kabilesinin, Sarmathi’nin, kökeni hakkında en alışılmadık fikirlere sahiptir.”

 

“Baska bir zaman olsa, memnuniyetle kabul ederdim,” dedi Scotti kibarca. “Ama haftalarca bir salın zemininde yatıp bulabildiğim herhangi bir şeyi yedikten sonra, rahat edebileceğim bir yere ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Ve sonra, bir ya da iki günün ardından, Silvenar’dan Cyrodiil’e güvenli bir geçiş talebinde bulunacağım.”

 

Adamlar birbirleriyle vedalaştılar. Gryf Mallon, Scotti’ye hemen kabul ettiği ve çabucak unuttuğu, İmparatorluk Şehri’ndeki yayımcısının adresini verdi. Katip kehribar köprülerden geçip, taşlaşmış orman mimarisine hayran kalarak Silvenar sokaklarını dolaştı. Özellikle heybetli, parlak gümüş bir sarayın önünde, Prithala Tavernası’nı buldu.

 

En iyi odayı tuttu ve açgözlülükle en kaliteli yemekten sipariş etti. Yakındaki bir başka masada biri Orman Elfi biri insan şişman iki kişinin oturduğunu görüp oradaki yiyeceğin Silvenar’in sarayındakinden ne kadar daha iyi olduğunu düşündü. Savaş ve parasal bazı konular ile vilayetteki köprülerin yeniden inşası hakkında konuşmaya başladılar. İnsan olan Scotti’nin kendilerine baktığını fark etti ve gözleri bir tanıdığı görmüş gibi parladı.

 

“Scotti, bu sen misin? Kynareth, nerelerdeydin? Buradaki bütün bağlantıları tek başıma yapmak zorunda kaldım!”

 

Scotti, sesinden adamı tanıdı. Adam Liodes Jurus’tu, oldukça şişmanlamıştı.